Fransızca
Soysuzlar Çetesi'nde, Alman kuşatması altındaki Fransa her zamankinden zor günler geçirmektedir. Savaştan hasar gören sivillerden sadece biri olan Shosanna, ailesinin canice öldürülmesine tanık olmuştur. Bir şekilde bu can pazarından kurtulmayı başaran kadın Paris'e gidip burada yeni bir kimlikle, sıfırdan hayata başlar. Öte yandan Avrupa'nın farklı bir ülkesinde kendi askerlerini Nazilere karşı örgütleyen yahudi Teğmen Raine amacına ulaşmak için çeşitli planlar kurmaktadır. Shosanna, Teğmen Raine ve Alman aktrisin yolları, Shosanna'nın işlettiği bir sinema salonunda kesişecektir.
Anne-Marie (Dominique Blanc) evlilik konusunda anlaşamadığı erkek arkadaşı Alex'ten (Cyril Gueï) ayrılır. Anne-Marie, Alex'in tam tersine evliliği hiç düşünmemektedir ve özgürlüğüne çok düşkündür. Birbirlerini kırmadan, anlaşarak ayrılırlar ama görüşmeye de devam ederler. Bir süre sonra Alex kendine yeni bir kız arkadaş bulunca, Anne-Marie kıskançlıktan çıldırır ve iyice paranoyaklaşır. Kendini sıkıntılı ve tehditlerle dolu bir dünyanın içinde atmıştır.
New York'taki Central Park'ta insanlar toplu bir şekilde intihar etmeye başlamıştır. Olaya havadaki bir nörotoksin kullanan bir biyo-terörist saldırının neden olduğuna inanılmaktadır. Hızla Kuzeydoğu Amerika Birleşik Devletleri'ne yayılır. Mistik Olay (The Happening), doğal afetlerin arttığı bir coğrafyayı ve dünyanın sonunun yaklaştığını hissettiren bir zamanı, Moore ailesi üzerinden anlatıyor. Yönetmenliğini ve senaristliğini M. Night Shyamalan'ın üstlendiği bu filmde başrolde Mark Wahlberg üstün bir performans gösteriyor.
4 dalda Oscar adayı olan Aşk ve Gurur’un yönetmeni Joe Wright, bir başka kitap uyarlaması olan Kefaret ile yeniden romantizmin ve dramın etrafında dolaşıyor. Başrolde ise yine Aşk ve Gurur’da birlikte çalıştığı gizemli yıldız Keira Knightley var. Çatışkılı ve zorlu kadın karakterleri hakkıyla beyazperde'de canlandıran Knightley, yine büyüleyici bir performans sergiliyor.
Cris Johnson (Nicolas Cage), Las Vegas'ta sihirbazlık gösterileri yapan kendi halinde bir adam gibi yaşamaktadır. Ancak onun büyük sırrı gelecekte olabilecek yaklaşık 2,5 dakikalık süreyi görebilmesidir. Bu sırrını da açığa çıkarmak istememektedir. Çünkü kendinin bu sebeple kullanılacağını ve özgür olamayacağını düşünmektedir.
Altın Pusula filmi, Philip Pullman'ın Northern Lights isimli romanından perdeye uyarlanmıştır. Film, türlü türlü canlıların yaşadığı başka bir alemde geçmektedir.
Ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın yaşamını anlatan Kaldırım Serçesi filmi; şarkıcının çocukluğundan yaşamının sonunda kadar olan sürede başarılarını, özel hayatındaki çöküşlerini ve hayalkırıklarını ele almıştır.
Irak'ta konuşlanmış olan küçük bir Amerikan askeri birliğini merkezine alan film, farklı bakış açıları ile bu askerlerin karşılaştıkları olaylara verdikleri tepkilerini, yerel Irak halkına karşı tutumlarını ve her iki taraftaki medyanın bu olayları nasıl yansıttığını apaçık göstermektedir.
43 yaşındaki Jean-Dominique Bauby (Mathieu Amalric), üç haftalık koma uykusundan sonra nihayet gözlerini açmıştır. Bu mucizevi uyanış doktorlar tarafından şaşkınlıkla karşılanmışır. Bauby fiziksel olarak hiçbir eylemi yerine getirememektedir. Beyin bölgesinde hiçbir sorun yoktur. Tam bu andan itibaren izleyici, Bauby'nin iç sesiyle olaylara tanıklık etmeye başlar. Tek kontrol edebildiği organı sol göz kapağı olan adam, bir mucizeye daha imza atarak insanlarla göz hareketiyle anlaşmaya, dahası hayat hikayesini anlatacağı kitabını yazmaya başlayacaktır.
6 Parisli, gerçek aşk için yalnız ve çoğunlukla başarısız bir arayışa girer: Nicole (Sabine Azéma) ve Dan (Pierre Arditi) evlenmek üzere nişanlıdırlar, ancak içki içmeleri onları ayırır; Thierry (Isabelle Carré), gizli bir kusuru olan dindar bir iş arkadaşıyla (André Dussollier) flört eder; Gaelle (Lambert Wilson) çok sayıda kişisel reklamı yanıtlar, ancak randevuları asla görünmez.
2. Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllardayız. 130.000 Kuzey Afrikalı, Fransız ordusuna katılarak ülkeyi Naziler’den korumak için savaşmaktadır. Daha önce hiç adım atmadıkları bu toprakların özgürlüğü için savaşan bu insanlardan Said, Mesud, Abdülkadir ve Yaser kazandıkları zaferlerle kahraman ilan edilirler. Avrupa genelinde ve Fransa özelinde, bugünün dışlanan göçmenlerinin babalarının bir zamanlar kahraman olarak karşılandığını anlatan İsimsiz Kahramanlar, günümüz politikalarının da ciddi bir sorgulamasını yapmıştır.
Nicholas Garrigan (James McAvoy), işinde mükemmeliyetçi olan ve geleceğe dönük idealleri olan genç bir doktordur. Mesleki açıdan bir misyonla Uganda’ya gelir. Bu idealist doktor, katı ve barbar bir yönetimle hüküm süren Idi Amin’in (Forest Whitaker) emirleri karşısında elleri kolları bağlıdır. Ancak doktorun, kriz anlarını çok iyi yönetebildiğini ve bu alanda başarılı olduğunu fark eden Idi Amin, onu sağ kolu yapmıştır. Garrigan, başlangıçta bu durumdan gururlansa da çok geçmeden ne tür bir barbarlığın içinde olduğunu anlayacaktır. Ancak geri dönüşü pek de kolay olmayan bir yola girmiştir artık.
1968 senesinin Mayıs ayı... Yönetmen Garrel, filmde Antoine ve arkadaşlarının dönemin ruhunu yansıtan öykülerini bizlerle paylaşmıştır. Paris’te bir üniversitede okuyan gençler; sokakların çağrısına uyarak dünyayı değiştirmeyi sıkıcı derslere tercih ederler. Ancak Antoine, genç bir kadına aşık olunca diğerlerinden farklı deneyimler yaşamaya başlayacaktır.
Karısıyla birlikte mutlu ve huzurlu bir hayat süren Georges (Daniel Auteuil), bir TV kanalında çalışmaktadır. Bu sıradan yaşamı günün birinde kimin tarafından gönderildiği belli olmayan bir paketle kabusa dönecektir. Paketten çıkan kaset, Georges ve ailesinin gizlice çekilen görüntülerinden oluşmaktadır. Ardı arkası kesilmeyen bu paketler, zamanla daha da gizemli hale gelmeye başlayacak ve Georges'u geçmişiyle yüzleşmek zorunda bırakacaktır.
Festivalde daha önce Söz ve Oğul ile izlediğimiz Dardenne kardeşlerin yüksek tempolu bu son filmine adını veren çocuk, elden ele geçen, satılan, geri alınan bebek değil, onun serseri ruhlu, yeterince olgun olmayan, kendi sorunlarını ve ihtiyaçlarını bile çözemeyen babası Bruno aslında.
Uyuşturucu bağımlısı rock yıldızı Lee, aşırı dozdan ölünce, eşi Emily (Maggie Cheung), uyuşturucu bulundurmaktan suçlu bulunup hapse atılmıştır. Bir anda herkesin ona düşman kesilmesiyle arkadaşlarını, parasını ve oğlunun velayetini kaybetmiştir. 6 ay sonra serbest bırakılan Emily, Lee’nin Kanada’daki yaşlı anne-babasının yanında kalan oğlunu yanına alabilmek için toparlanıp 'temiz', yeni bir hayata başlamaya karar vererek Paris’e taşınacaktır. Uyuşturucuya, eski sevgililerine ve yoksulluğa direnip ucuz lokantalarda çalışarak, ucuz kıyafetler satarak, bir yandan da müzikte kariyer yapmayı düşleyerek hayatını düzene sokmaya çalışacaktır.
Kanser nedeniyle yatağından kalkamaz hale gelen ve yavaş yavaş ölmekte olan Rémy (Rémy Girard), son anlarında yanında olmak isteyen ailesi ve yakınlarıyla yüzleşecektir. Gelenler arasında yıllardır samimi bir ilişki kuramadığı oğlu Sébastien da (Stéphane Rousseau) bulunmaktadır. Yıllar sonra hastayı ziyarete gelen akrabalar, dostlar, metresler ilişkilerin öteki yüzünü, ekonomik ve cinsel yönlerini ortaya koyacaktır.
Geçmişte sorunlu bir ilişkisi olan iki erkek kardeş, büyük olanı tehlikeli bir hastalığa yakalanınca yeniden bir araya gelir. Ağır hasta bir adam (Bruno Todeschini) hastaneden ayrılır ve küçük kardeşi (Éric Caravaca) ile birlikte bir sahil evine taşınır. Küçük kardeşinden kendisine birkaç doktora eşlik etmesini ister.
14. yüzyılda feodal bir savaşın içinde kalan profesörlerini kurtarmak için büyük bir tehlike içine giren öğrenciler, yalnızca geçmişi kazı yaparak bulmaya çalışmadıklarını, aynı zamanda geçmişin içinde yaşadıklarının da farkına varacaklardır. Oldukça kısa zamanları olan öğrenciler, profesörlerini kurtarmak için ellerinden geleni yapmaya çalışacaklardır. Fakat yaşadıkları 21. yüzyıla tekrar geri dönebilecekler midir?
Orta yaşı çoktan geride bırakmış, evli ve çocuklu bir Amerikalı aktör Bob Harris (Bill Murray), bir reklam çekimi için Japonya’ya gelmiştir. Bob, Tokyo’da kaldığı otelde bir başka Amerikalı ile fotoğrafçı kocasının peşinden buraya gelmiş olan sevimli ama ciddi Charlotte (Scarlett Johansson) ile tanışır. Dillerine ve kültürlerine uzak oldukları bu insanların ülkesinde fazlasıyla yabancı olan ve iletişimsizliğin çaresizliğindeki bu iki yabancı, bir Tokyo haftasonunda aniden yakınlaşacaktırlar.
Filmde; 2 genç Parisli'nin, Zano (Romain Duris) ve Naima'nın (Lubna Azabal) Fransa'yı boydan boya geçerek İspanya yoluyla Cezayir'e gidişlerini, Zano'nun ailesinin yıllar önce geçtikleri bu yolu bu kez tersten izliyoruz. İki arkadaş, müzikle iki diyarın şiirini kavuştururken kimliklerini ve dünya üzerindeki yerlerini yeniden belirliyorlar.
Olivier (Olivier Gourmet), işinde çok başarılı bir marangozdur. Atölyesine gelen gençlere zanaatının sırlarını ve ince detaylarını göstermekte ve onların da başarılı bir marangoz adayı olabilmeleri için elinden geleni yapmaktadır. Her zaman olduğu gibi atölyesine yeni bir genç gelir. Francis (Morgan Marinne) adındaki bu genç, Olivier’ın sakin ve kendi halinde giden hayatında önemli bir kırılma noktası olacaktır. Çünkü Francis, yıllar önce Olivier’ın yegane oğlunu öldüren sokak serserisinden başkası değildir.