Lehçe
Soğuk Savaş filmi, birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip bir kadın ve bir erkek arasındaki tutkulu ama imkansız bir aşkın öyküsünü bizlerle paylaşıyor. Zula ve Wiktor birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip olan iki aşıktır. Her ne kadar anlaşamıyor olsalar bile kader onların yollarını ayrılmayacak şekilde birbirine bağlamıştır. Soğuk Savaş sırasında Polonya’dan Berlin’e, Yugoslavya’dan Paris’in gece kulüplerine uzanan film; siyasi görüş, karakter ve kaderin cilvesiyle boğuşan sevgilerin hikayesini anlatıyor.
Kuşkucu bir polis dedektifi ve anoreksiya hastası olan kızı oldukça zor bir dönemden geçmektedir. Başlarına gelen tüm bu zorluklara rağmen ayakta durmaya çalışmaktadırlar. Her ikisi de ölümle başa çıkabilmenin bir yolunu ararken, günün birinde karşılarına başarılı terapist Anna'yi çıkıverir. Anna ile tanışmalarından sonraki süreçte her ikisinin de hayatı değişmeye başlamıştır. Bu tanışma sayesinde hem dedektifin ve hem de ilginç bir biçimde Anna'nın hayat ve ölümle ilgili görüşleri değişecektir.
Onur Savaşı filminde 40 yaşındaki Lucas (Mads Mikkelsen), geçirdiği zor bir boşanma döneminden sonra yaşamını yeniden düzene koymaya çalışmaktadır. Yeni hayatında kreşte bir iş bulur, yeni bir kız arkadaşı edinir ve ergenlik çağındaki oğluyla arasındaki sorunlu ilişkiyi onarmaya çalışır. Artık her şey yoluna girmek üzereyken işler bir anda ters gitmeye başlar. Öylesine söylenmiş küçük bir yalan, yaşadığı kasabada o kadar hızlır yayılmıştır ki artık Lucas kendini hayatı ve saygınlığı için savaşmak zorunda kalacaktır.
Muhammed adındaki bir Taliban askeri, büyük bir takip sonucu Amerikan askerleri tarafından Afganistan'da yakalanarak Doğu Avrupa'ya gönderilir. Kendisini cezaevine götüren araç kaza yapınca, Muhammed (Vincent Gallo) kendisini birden evi olarak bildiği çölden çok uzakta, dizlerine kadar karlarla kaplı bir ormanda buluvermiştir. Muhammed'in bundan böyle tek bir düşüncesi vardır: o da kaçmak. Resmen var olmayan bir ordu tarafından acımasızca izlenen Muhammed, hayatta kalmak için öldürmekten başka çaresi kalmadığını anlayacaktır.
Beyaz Bant filmi anlatım tarzıyla izleyiciye eşlik eden öğretmeninin sözlerinde ifade ettiği gibi bu olaylar, 2. Dünya Savaşı Almanya'sının toplumsal temellerini gözler önüne sermektedir.
Borat Sagdiyev (Sacha Baron Cohen), Kazakistan’da bir TV muhabiri olup aynı zamanda Kazakistan’ın en önemli altı adamından biridir. Hükümeti tarafından Amerika’ya gönderilir. Amerika toplumu ve kültürü hakkında bir belgesel hazırlaması istenir. Borat, Amerikan mizahını kavrayabilmek için New York’ta bazı eğitimler alır. Bu sırada Pamela Anderson’a aşık olur. Tek istediği onunla evlenmektir.
Her hareketin bulacağı bir karşılık illa ki vardır. Her ne kadar işin içinde sevgi, aşk gibi kavramlar yer alsa da içgüdüsel tepkilerimiz çok farklı bir şekilde ortaya çıkabilir. Polonyalı Karol, Paris’te yaşayan bir kuafördür. Evliliklerini cinsel açıdan doyurucu bulmayan karısının kendisini boşamasının ardından ayrıca kuaför salonunu ateşe vermesi, üstelik zavallı adamı kundakçı olarak gammazlaması bardağı taşırmıştır. Memleketi Polonya’ya dönemeyecek kadar parasız kalan ve duygusal olarak çöken Karol, hala sevdiği karısıyla durumu eşitlemek için fantastik bir plan yapacaktır.
Bir müzisyen olan kocasını ve çocuğunu kaybeden bir kadının bu gerçekle ne şekilde baş ettiğini inceler. Julie, bir kazada kocasını da kızını da ölüme teslim eder. Julie’nin iki seçeneği kalır geriye. Ya geçmişin gölgeleri ile yaşamak ya da geleceği şekillendirmek üzere şimdide yeni bir hayat kurmak. O yaşama tutunmayı ve yeni hayatı yaratmayı seçer. Ancak özgürlük kolay elde edilen bir kavram değildir. Acı veren hatıralardan, geçmişten uzaklaşarak tam anlamıyla özgürleşmek kolay değildir. Yolu hiç şüphesiz zorlu ve çetin olacaktır. Çok şeyle yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Veronika Polonya’da yaşarken Veronique Paris’tedir. Birbirinden haberleri bile olmayan bu iki insan, bir şekilde birbirlerinin hayatlarını değiştireceklerdir. Veronika bir müzik okulunu girmiştir. Ancak ilk performansını sergilerken yaşamını yitirmiştir. Veronique’nın hayatı da işte bu noktadan sonra değişmeye başlayacaktır. Çünkü aniden şarkıcı olmaya karar verecektir.
Tonia (Krystyna Janda) içmeye gider. Hapishanede uyanır, neden orada olduğuna dair hiçbir fikri yoktur. Tonia, bilmediği bir suçu itiraf etmesi ve kabul etmesi yönünde işkenceye maruz kalır.
Polonya sinemasının en ünlü yönetmenlerinden olan Krzysztof Kieślowski'nin az bilinen önemli yapıtlarından olan Dekalog, Musevi inancındaki ilk 10 Emir'e tekabül eden, 10 orta metrajlı filmin bir araya gelmesiyle oluşmuş muazzam bir çalışmadır.
Film, 2. Dünya Savaşı'ndan kısa bir zaman sonra, Polonyalı bir kadın ile Amerikan bir askeri arasındaki romantik aşk hikayesini anlatıyor.
Sophie (Meryl Streep), Nazi kamplarından sağ olarak çıkabilmiş ve Nathan’ın varlığı ile yaşamak için bir neden bulabilmiş bir kadındır. Filmde onun 1947’de geçen hikayesi, genç yazar Stingo'nun (Peter MacNicol) ağzından anlatılmaktadır. Stingo, bu ikili arasındaki inişli çıkışlı ve zorlu aşkın şahididir. Sophie, devamlı kabuslar ve huzursuzluk veren hayaller görürken, Nathan da soykırım takıntısı yüzünden şizofreniye varan şiddetli krizlerle uğraşmaktadır. Stingo, kadının koluna damgalanmış numarayı görünce yaşadıklarını öğrenmek ister. Sophie tecrübe ettiklerini anlattıkça, ilişki içindeki sorunların kaynağı da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayackatır. Sophie, kampta Naziler tarafından hayatı boyunca kendisinde derin yaralar bırakacak olan bir karar almaya zorlanmıştır.
Mermer Adam'ın devamı niteliğindeki Demir Adam'da Mateusz Birkut'un oğlu Maciek Tomcyk'in (Jerzy Radziwiłowicz) hikayesi ön plana alınıyor.
Film, 1905'te, Polonya'da üç komşu arasında bölünmüş ateşli bir devrimci yeraltı faaliyeti zamanında geçiyor. Tüm karakterler kararlı anarşistlerdir. Bomba yapımcısının yeni buluşu, Çarlık baskısına karşı savaşan deneyimsiz genç teröristlerin hizmetine sunulur.
Eşi orkestra şefi olan bir eyalet orkestrasındaki Polonyalı kemancı, ABD'ye yaptığı ziyarette dünyaca ünlü orkestra şefiyle ilişki kurar.
Film, Alman yazar Günther Grass'ın 1959 tarihli kitabından sinemaya uyarlanmıştır. Film, 1979 Altın Palmiye ve 1980 Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünü kazanmıştır.
1. Dünya Savaşı'nın çalkantılarının ortasında yaşlı Barbara Niechcic (Jadwiga Barańska), 1863'teki başarısız Ocak Ayaklanması ile başlayan yarım yüzyıllık Polonya tarihini ve kocası Bogumil ile dramatik hayatını hatırlıyor.
Hasta besteci Gustav von Aschenbach, Venedik'te iyileşirken tehlikeli bir şekilde genç oğlan Tadzio'ya (Björn Andrésen) takılıp kalacaktır.
Andrzej Munk’un son yönettiği film olan Yolcu - Pasazerka (Passenger), yönetmenin ani ölümü ile nedeniyle yarım kalmış ve Witold Lesiewicz tarafından tamamlanmıştır. Film, Cannes Film Festivali'nden ödülle dönmüştür.
Polonya'nın çıkardığı en büyük yönetmenlerden biri olan Roman Polanski’nin sinema yaşamındaki Polonya yapımı tek film olan Sudaki Bıçak (Knife in the Water), bir tekne gezisine çıkmak üzere yola çıkan bir çift ve davet ettikleri gizemli yabancıdan oluşan bu üçlü arasında oluşan gerilimli durumunu merkezine almıştır.
Usta sinemacı Orson Welles, hem yazdığı hem de yönettiği gerilim filminin başrollerini Robert Arden ile paylaşmıştır.